Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Anadolu’nun güzel bir köyünde Keloğlan yaşarmış. Keloğlan, annesiyle beraber küçük bir kulübede oturur, tarlada çalışarak geçinirlerdi. Keloğlan’ın saçı yoktu ama gönlü zengin, kalbi sevgi doluydu.
Bir gün, Keloğlan’ın annesi ona şöyle demiş:
“Keloğlan, evde yiyecek kalmadı. Şu son kalan altını al, köy pazarına git ve bize biraz yiyecek al.”
Keloğlan altını almış, pazara doğru yola koyulmuş. Yolda yaşlı bir adam görmüş. Adam elindeki küçük bir kese tohumları göstererek:
“Evlat, bu sihirli tohumları ister misin? Onları ekersen, dileklerini gerçekleştiren bir ağaç büyütebilirsin. Bu tohumlar, altınla bile ölçülemez,” demiş.
Keloğlan şaşırmış ama heyecanlanmış. Adamın teklifine dayanamamış ve elindeki son altını vererek tohumları almış. Eve döndüğünde, annesi çok kızmış:
“Ah, Keloğlan! Yiyecek alman gerekirken bu tohumları mı aldın?”
Keloğlan üzülmüş ama yine de tohumları bahçeye ekmiş. Tohumları ekerken içinden bir dilek tutmuş:
“Keşke bu tohumlar bizim hayatımızı kolaylaştırsın, karnımızı doyursun!”
Sabah olduğunda Keloğlan, bahçede devasa bir ağacın büyümüş olduğunu görmüş. Ağacın dallarında altın elmalar, zümrüt üzümler ve kocaman ekmekler asılıymış. Keloğlan sevinçle annesine seslenmiş:
“Anne, bak! Sihirli tohumlar gerçekten işe yaradı!”
Keloğlan ve annesi ağacın meyvelerini köylülere dağıtmış. Kimse aç kalmamış, köydeki herkes mutlu olmuş. Ağacın meyveleri hiç bitmezmiş, dalları her gün yeniden dolarmış.
Bu durum kralın kulağına gitmiş. Kral hemen adamlarını gönderip ağacı kökünden söktürmek istemiş. Fakat Keloğlan, krala şöyle demiş:
“Padişahım, bu ağaç yalnızca cömert olanlara meyve verir. Benciller onu sökmeye kalkarsa, ağaç kurur ve meyve vermez.”
Kral bu sözden etkilenmiş ve ağacı olduğu gibi bırakmış. Keloğlan’ın cömertliği sayesinde köy halkı refah içinde yaşamaya devam etmiş.
Gökten üç elma düşmüş; biri Keloğlan’a, biri annesine, biri de bu masalı dinleyenlere!