Bir zamanlar, deniz kenarında küçük bir köyde, bir çocuk yaşarmış. Adı Emre’ymiş. Emre, denizi çok severmiş. En sevdiği şey, sahilde yürümek, dalgaların sesini dinlemek ve gökyüzüne bakmaktı. Ama bir gün, bir şey fark etmiş: Gökyüzünde hiç gökkuşağı yokmuş!
Emre, gökkuşağını çok severmiş ve hep bir gün onu görmek istermiş. O gün, karar vermiş ve en güzel yelkenli gemisini yapmaya başlamış. Küçük odasında, tahtalarla, renkli iplerle ve hayal gücüyle bir gemi yapmış.
“Bu gemi, beni gökkuşağına götürecek!” demiş Emre ve hemen yelkenli gemisini denize indirmiş. Gemisi yavaşça suya batıp çıkarken, Emre neşeyle bağırmış: “Gökkuşağına doğru!”
Gemisi denizde ilerledikçe, gökyüzü maviye bürünmüş, ama hala bir gökkuşağı yokmuş. Emre biraz üzülse de gemisini sürmeye devam etmiş. Bir süre sonra, çok uzaklarda büyük bir fırtına başlamış. Rüzgar sert esmeye, dalgalar yükselmeye başlamış. Emre, korkmuş, ama cesaretini toplamış.
“Gökkuşağına ulaşmalıyım,” demiş ve rüzgara karşı yelkenlerini açmış.
Fırtına çok güçlüymüş, ama Emre asla vazgeçmemiş. Gemisi fırtınanın içinden geçerken, birden gökyüzü açılmış. Gökkuşağı, Emre’nin tam önünde parlamaya başlamış! Renkler birbiri ardına sıralanmış ve denizle buluşmuş.
Emre, gemisini gökkuşağının altına getirmiş ve o an, rüzgarın ve dalgaların sesi, gökkuşağının renkleriyle karışmış. Emre, çok mutlu olmuş ve “Gökkuşağına ulaştım!” demiş.
O andan sonra, Emre her gün yelkenli gemisiyle denize açılır, gökkuşağını ararmış. Gökkuşağı her zaman farklı zamanlarda görünürmüş ama Emre, ona ulaştığı günün hatırasını hep kalbinde taşımış.